Monday, February 22, 2010

Radikal Cumartesi-20/02/2010

Huysuz ve tatlı ozan...

    Huysuz ve tatlı ozan...

    20/02/2010

    Erkeklik tarihinin en acayip adamlarından biri, doğal hali film gibi olan bir insan... Joann Sfar'ın Avrupa'da vizyona giren 'Gainsbourg' (Vie Heroique) adlı filmi, Serge Gainsbourg efsanesini ne kadar yansıtıyor? Gediklerini biz doldurduk...

    EMEL KURHAN (Arşivi)

    Yakışıklı dişçi Herve Dandieu, karısı Virginie’yle kavga eder ve ondan kısa bir süre için ayrılır. Bir gece bir barda seksi dans hocası Anita Flores ile tanışır. ‘Son bir drink’ içmeye davet eder onu Anita, sonra baştan çıkarır. Kanepede biraz öpüştükten sonra Herve ayılır ama Anita’nın ortağı gizlice birkaç fotoğraf çekecek vakit bulmuştur. Ve sonrasında şantaj başlar!
    Belayı hissetmiş olan Virginie, kocasını dans okuluna kadar takip eder, Anita ölü bulunmuştur! Bir numaralı şüpheli ise Herve’dir. Kocası Herve’yi bu cinayetten temiz çıkarmak için okula yeni dans hocası olarak işe girer, böylece kendi soruşturmasını başlatır.
    1959 yapımı Fransız-İtalyan ‘Voulez vous danser avec moi’ filmi, Serge ile ilk tanışmamdır. Bardaki piyanist rolündeydi, Brigitte Bardot ise Virginie Dandieu...
    O zamanlar Suudi Arabistan’ın sıcak günlerinde babam bol bol film izletirdi, bizim için bu büyük eğlenceydi. Onu sevgiyle anıyorum. Bu yüzden o zamanlar 60’lar usulü kabarık basma etekler giymeyi severdim, her yerinde print’ler olurdu, altına Bardot usülü babetler giyip dans etmeye bayılırdım.
    O filmde tanıştıklarında Brigitte Bardot, Serge’den biraz ürkmüş. Filmde hep karanlık bir tarafı vardı, fazla konuşmaz bol bol sigara içerdi. Ben de korkmuştum. Aklımda o filmdeki hali kaldı.
    Pazar sabahı, hafif yağmur çiseliyor. Fon müziği ‘La Javanaise’, birden Marilyn Monroe’ya geçti; ‘Do It Again’i fısıldıyor. Harika bir pazar Serge yazısı yazmak için. Kahramanım bir müzik dehâsı... Üstüme kabarık eteklerimden birini giydim, soğuk olsa da onu anmak istedim.
    Erkek Moda Haftası için gittiğim Paris’te sinemaya ayıracak vaktim de oldu. Joann Sfar’ın ‘Gainsbourg’ (Vie Heroique) filmine... Yaz, Christopher ve Minako ile Odeon’da buluştuk; Cafe Viennois’da. Strudel’lar harika ama sadece bir kahveye vakit var. Christopher’in elinde kocaman Lee Radziwill biyografisi. Nasıl diye soruyorum, “Tam bir cadı!” diye cevap veriyor.
    Sinemaya gitme vakti. Yerleşiyoruz, Christopher çantasından menekşe şekerleri çıkarıyor,Yaz ise tarçınlı... Tarçınla başlıyorum, film de başlıyor bu arada. Heyecanlıyım çünkü Serge’i severim... Tüm skandallara rağmen.
    Yarı film, yarı masal, animasyon ve fantastik karakterler olan, beklentimin uzağında, bir nevi kötü sürpriz oldu. Çok zor böyle bir konuyu işlemek. Filmde hikâyesi kronolojik olarak kısa kısa anlatılıyor, yüzeysel bir şekilde. Aktörleri de pek beğenemedim, eski avam Fransız filmlerindeki kötü oyunculuğu stlize ediyorlar. En kötüsü ise kostüm ve dekorlar... Ucuz Agatha bilezikler ve Ikea yastıkları hemen teşhis ettim!
    Bu yüzden filmi unutalım, ama konum Serge. İşte onun hikâyesi...

    Boris Vian’ın keşfi
    Lucien Ginsburg adında bir çocuk, 1928 senesinde, kırık kalpler diyarında, Paris’te doğar. 1991’de geçirdiği beşinci kalp krizinden ölür. Rus, Musevi, göçmen bir ailenin çocuğu; babası Joseph piyanist, annesi Olga mezzo soprano. Rusya’da tanışıp evlenirler ama politik sebeplerden dolayı anayurtlarından kaçarlar. Önce İstanbul, sonra Marsilya, en sonunda Paris’in 20. bölgesi...
    Ressam olmayı hayal eden Lucien, çocukluktan itibaren babasının zoruyla piyano çalar. Savaş yılları zor geçmiştir. Musevi olduğu için sarı yıldızı takmak zorundadır, kendi deyimiyle şerif yıldızını. Bazen okuldaki Nazilerin yaptığı aramalar yüzünden günlerce ormanda saklanmak zorunda kalır.
    Bir süre ailece Paris’ten uzaklaşmaları gerekir, Guimbard ismini alırlar. Paris’e döndüklerinde Lucien okula adapte olamaz, güzel sanatları dener ama o da başarısızlıkla sonuçlanır. Askerlik döneminde isyankâr tavrı ceza almasına sebep olur, bu dönemde gitar çalmayı da öğrenir. Yazdığı sözler hep iki anlamlı olmuştur, erotik içerikli (‘Lemon Incest’) ve kışkırtıcı, bazen pornografik (‘Love on the Beat’).
    Aşk hayatı farklıdır: Aristokrat bir aileden gelen Elisabeth Levitsky ile evlenir. Çirkin ve zor fiziği (Büyük kulaklar ve büyük bir burun), daha sonra da en güzel ve seksi kadınları elde etmesini engellememiştir. Bir ilişkiden diğerine, en güzel kadınlarla beraber olur. Tanrı’nın yaratığı afet Brigitte Bardot’dan oyuncu-şarkıcı Jane Birkin’e, manken Bambou’ya... Jane’den Charlotte isminde bir kızı, Bambou’dan ise Lucien adında bir oğlu olur.
    Şairimiz çirkinliği kadar Musevi’liğinin üzerine de kurdu kariyerini. Dışlanma hissiyle dünyanın en güzel şarkılarını yazdı. 40 soundtrack besteledi, birkaç film çekti, birçok filmde de rol aldı. Lanet, provokatör ve huysuz ozan profilini yarattı.
    30 yaşına kadar küçük işler yaparak geçindi, resim ve şan dersleri verdi. Tek isteği ressam olmaktı, hocaları Francis Bacon ve Fernand Leger gibi. Geceleri barlarda ‘crooner’ olarak çalıştı, Boris Vian (komik ve sinik besteci-sanatçı) ile tanışınca kaderi değişti. Boris ondaki dehayı keşfetmişti; kendi şarkılarını söylemeye ikna etti. Lucien artık Serge Gainsbourg olmuştu.
    Yine de kolay değildi hiçbir şey. İlk albümü ‘Gainsbourg Confidentiel’ çok az sattı. ‘Ye ye’ dönemiydi ve Serge’e karşı ağır eleştiriler başladı. Müziğinin dışında fiziğiyle de ilgili acımasız kritikler aldı.
    Yine de ikinci albümü büyük bir başarı kazandı. Juliette Greco’dan Petula Clark’a, Françoise Hardy ve France Gall gibi sanatçılara şarkılar bestedi. France Gall için yazdığı sözler sayesinde daha genç bir dinleyici kitlesine ulaştı. Hatta 1965’te Gall, Eurovision Şarkı Yarışması’nı Gainsbourg’un bestesi ‘Poupee de cire, poupee de son’ ile kazandı. Şirin bir tavırla şarkıları söyleyen Gall, sözlerin erotik anlamlar gizlediğini öğrenince şoke olmuştu.

    Sepetini de al git!
    B. Bardot için birçok hit yazdı: ‘Initials B.B.’, ‘Harley Davidson’, ‘Bonnie and Clyde’, ‘Je t’aime ...moi non plus’, ‘SHEBAM! POW! BLOP! WIZZ!’ (‘Comic Strip’, Bardot ile söyledikleri, en sevdiğim şarkısıdır).
    Sonra Birkin dönemi başladı; 69 erotik bir seneydi. Birkin, İngiliz aksanıyla mırıldandı Serge’in seksi sözlerini. Beraber 10 yıl yaşadılar. Birkin, Gainsbourg’un temiz, titiz görüntüsünü değiştirdi; artık takım giymiyordu, saçları dağınıktı. Fransa’nın en medyatik çiftiydiler.
    Zaman, ‘Gainsbarre’ zamanıydı. Dağınık bir görüntü (Çoğunlukta kot gömlek ve kot pantolon), ayağında beyaz renk repetto’lar, büyük ölçüde alkolize... Birçok kalp krizi geçirmesine rağmen Serge, içki ve Gitanes’larını bırakmadı. Ben bu Gainsbourg’u tercih etmişimdir hep. Ama Jane daha fazla dayanamadı; sepetini, kızlarını aldı ve onu terk etti.
    Bunun üstüne Kingston’a gitti, Bob Marley’in müzisyenleriyle yeni bir albüm yaptı. En hit parça, Fransız milli marşının reggae cover’ıydı. Skandal büyüktü! Ama bitmedi, devam etti: Kızı Charlotte’la film çekti. ‘Charlotte for ever’da (1983) ensest gibi hazmı zor bir konu vardı. Şok! Çektiği diğer iki film de eşcinsellik ve erotizmi konu alıyordu (‘Equateur’ / 1983, ‘Stan the Flasher’ / 1990).
    Gitgide Gainsbarre kişiliği baskın bir hal aldı. Benim de müzikal olarak pek sevdiğim bir dönemi değil. O sıra televizyonlarda ikonik alkolize haliyle bol bol görünmekteydi. Canlı yayında cebinden 500 Fransız Frangı çıkarıp yakması, Whitney Houston’la katıldığı bir programda onu becermek istediğini ısrarla söylemesi herkesi şoke etmişti.
    Gece kulüpleri, içki âlemleri, fiziksel yıpranışı... ‘Lanet şair’ efsanesini devam ettirdi. Bu yüzden ondan nefret edenler oldu, ama bağlarını güçlendirenler de çoktu. Karakterinin melunluğuna rağmen müzikal dehası sorgulanmadı, etkisi halen devam ediyor.
    Hikâyem burada bitiyor. Serge, artık Montparnasse Mezarlığı’nda huzurlu, sonsuz bir uykuda. Her yerde Gitanes paketleri var, sigarayı öldükten sonra da bırakamadı.
    Yazdığı en güzel ayrılık şarkısından bir bölümle bitirmek istiyorum: ‘Evet, pişmanım / Gittiğimi söylediğim için / Evet seni seviyordum ama / Gideceğimi söylemek için geldim...’


    1 comment: