Monday, November 16, 2009

Thursday, November 12, 2009

WGSN

The genius design duo behind label Yazbukey offer great inspiration.

Every season, sisters Emel and Yaz reinvent perspex in a novel way,

with the laser-cut designs standing out with their handmade and artisanal character.

Spring/summer 2010 saw the duo collaborating with Zac Posen.

http://www.wgsn.com/public/images/furniture/general/spacer.gif

Emel and Yaz

Emel and Yaz

 Yazbukey spring/summer 2010

Yazbukey spring/summer 2010

 Yazbukey spring/summer 2010

Yazbukey spring/summer 2010

http://www.wgsn.com/public/images/furniture/general/spacer.gif

 Zac Posen spring/summer 2010

Zac Posen spring/summer 2010

 Zac Posen spring/summer 2010

Zac Posen spring/summer 2010

 Zac Posen spring/summer 2010

Zac Posen spring/summer 2010

Monday, November 2, 2009

mimarizm.com 07/09/09


Tasarım yaparken sokaklardan ilham alıyor musunuz?

Tabi ki alıyorum. Ben gezip tozmayı seven bir insanım.

Genel olarak ilham aldığım şeyler arasında da seyahatlerim ve insanlar vardır.

Özellikle insanları çok incelediğimi söyleyebilirim. Mesela bana en çok zevk veren şeylerden biri,

bir kafede oturup insan psikolojisini izlemektir.

Bir de özellikle gece kulüplerindeki insanları bakmak!

Bunlardan illa ki ilham anlamında bir şey alıyor muyum?

Bunu tam olarak bilmiyorum; ama meraklı bir insanımdır.

Kimseyi rahatsız etmeden tabii ki… (gülüyor)

Zamanla da şöyle bir şey geliştirdim: Diyelim ki sokakta güzel giyinmiş birisi görüyorum.

Ama hoşuma gitmeyen de bir şeyler var. İçimden “Şunu şöyle yapsaymış” diye düşünmeye başlıyorum.

Böylelikle imaj tarafımı çok geliştirdiğime inanıyorum. Ne de olsa benim işim öncelikle görsellik…

Bu yüzden İstanbul’da bulunduğum süre boyunca da aktif olarak sürekli farklı semtlere gidiyorum,

sokaklara ve duvar yazılarına bakıyorum.

Zaten yemek üzerine de bir blog yazdığım için yemek ve gezmek üzerine çok

sayıda fotoğraf çekip koyuyorum. Gözüm, kulağım hep açık.

İstanbul’un bir metropol olarak içinde barındırdığı muazzam çeşitlilik

ve karmaşanın bir tasarımcı için “bulunmaz cennet” olduğu söylenebilir mi?

Denilebilir ama, hangi semtte dolaştığına da bakar. Nişantaşı’nda kalıyorsan, ı-ıh!

Ama ben Türkiye’de sokaktaki elektriğin moda tasarımcılarından çok daha enteresan

olduğuna inanıyorum. Ben ne kadar daha fakir ve zor şartlı yerlere gidersem

bir merkez olarak İstiklal iyi bir örnek, o kadar farklı tarzlarla karşılaşıyorum.

Beğenirsin, beğenmezsin, orası başka bir hikaye. Ama bir deneme var, bir enerji var.

O da hoşuma gidiyor. Bizde moda ne? Louis Vuitton çantan var mı? Ayakkabın güzel mi?

Manikürlü müsün? O zaman tamam! Olay o değil! İlham aldığınız şeyler gerçekten de varoş olabilir.

İlla etiketli olmak zorunda değil. Bu nedenle popüler mahallelerde gezmeyi seviyorum;

orada herhangi bir şey ilham kaynağı olabiliyor. Pazar sabahı pazara gidiyorum mesela.

Meyvelerin diziliş şekli, renkleri… Bilinmeden yapılsa da fikir verebiliyor.

Peki kentsel mekan da –yapılar, meydanlar, kentin genel kurgusu-

sizce bu moda tasarımı sürecinde etkili mi?

Elbette. Sonuçta aynı topluluğa ait insanların “takılması” önemli.

Türkiye’de fazla meydan yok. Bence bu bir eksiklik. Paris’te, Viyana’da tüm sokaklar

bir meydana çıkar ve bence biz bunun eksikliğini yaşıyoruz.

Buluşma mekanının öneminden söz ediyoruz sanırım…

Yani, büyük bir metropolde olması lazım. İstanbul’un bence en büyük eksikliklerden biri park.

Yeterince yeşil alan, meydan yok; dolayısıyla yeterince buluşma mekanı da yok.

Mesela tuhaf bir saatte Cihangir’in arka sokaklarına gidiyorsun; orada herifler arabalarında

müzik açmış dans ediyorlar. Sanki gizli saklı bir tarafı var! Bunları söylüyorum diye

‘ortam’ delisi miyim? E değilim. Paris’te bir meydanda konser oldu mu hayatta da

gitmem. Ama Tokyo’da şöyle bir şeyden çok etkilenmiştim: İnsanların, aynı tip kıyafet giyen,

aynı müziği dinleyen ve aynı kafada olan insanların belli bir parkın belli bir yerinde,

saat bilmem kaçta tanışmak üzere buluştuğunu gördüm.

Gazeteye ilan veriyorlar; “Gotik bilmem ne sevenler saat 2’de Yoyogi Parkı’nda buluşsun”.

Böyle şeylerin Türkiye’de de olması gerekiyor.

Ama “tek tipleşme” de tehlikeli değil mi?

Bana sorarsan gizli yapılan şeyler daha tehlikeli! Bastırılmış duygularla yapılıyor çünkü.

Gençlerin müzik anlamında, duvar yazısı anlamında sanatsal ifade yönünün gelişmesi gerekiyor.

Duvar yazısı burada okumuş belli bir seviyedeki insanların işi. Bir seferinde Maslak’ın arka sokaklarından

taksi ile dönerken bir herif -belli ki sevgilisinden ayrılmış- duvarlara yazılar yazıyordu.

Bunun daha çok olmasını tercih ederdim. Ben Türkiye’deki o arabesk-alaturka damarı

çok seviyorum ve daha da ortaya çıkmasını istiyorum. İnsanları görünme şekilleri

nedeniyle ne eleştiririm ne de yadırgarım, ama şöyle bir örnek vereyim:

Bana bir magandanın, beyaz çorap ve yumurta topuklu bir adamın tarzı,

Nişantaşı kadınından çok daha enteresan geliyor.

07.09.2009