Monday, September 21, 2009

WAD



http://www.fashiongossips.com

Las princesas de los accesorios de hoy, Yazbukey



[yazbukey.jpg]

La joyería de plástico y vinilo está en alza y Yazbukey

es un nombre que se puede olvidar cuando tratamos este tema.

La marca de accesorios ya tiene como clienta fija a Björk,

y sus creadoras Yaz y Emel se hacen su hueco.


Las hermanas Yazbukey tienen salgre egipcia, pues

resulta que son princesas turcas descendientes de Mehmet Ali Pasha,

rey de Egipto. Después de viver en diferentes ciudades decidieron

instalarse en París donde empezaron sus carreras profesionales.


Por un lado Yaz estudió Diseño Industrial y Gráfico y más tarde

Diseño de Moda en el Studio Berçot. Tras varios períodos de prácticas

en firmas como Martin Margiela, Martine Sitbon o Givenchy,

Yaz fue asistente de Jeremy Scott. En cuanto a Emel, trabajó 3

estaciones en la casa Christian Lacroix, pasando más tarde

por el Studio Berçot.


Con tal curriculum y tras varias conversaciones, las hermanas

decidieron montar su propia marca y llamarla Yazbukey.

Ésta se inspira en el Pop Art, musicales de Vincent Minelli,

películas de Tim Burton o Hitchcok... En conclusión,

un accesorio indispensable para los más atrevidos y

para aquellos que la moda es algo divertido.


Una historia diferente al de las Tatty Devine, pero con un mismo fin

revolucionar el mundo de los accesorios y las joyas.

Printemps@Centre Georges Pompidou

Sunday, September 20, 2009

Radikal Cumartesi 19-09-2009

Arkadaşım Zac

    Arkadaşım Zac

    Zac Posen’in başarısının sırrı, modaya snobizmle değil, samimiyetle yaklaşması.

    19/09/2009

    New York moda sahnesinin prensi Zac Posen bizden defilesi için aksesuvar istedi. Pleksiglastan pırlanta kolyelerimizi ve dudaklarımızı alıp New York Moda Haftası'na gittik, defilenin kulisini kokladık

    EMEL KURHAN (Arşivi)

    Yorgunum, çok yorgunum! New York’a geldim, kısmetse dönerim... Uzun bir yolculuktan sonra nihayet geldim New York şehrine. Paris’ten birkaç gün önce apar topar İstanbul’a döndüm, niyetim şu aksesuvarları yapmak. Güzel bir sürpriz oldu. Arkadaşım Zac bizden son dakikada defilesi için aksesuvar istedi. Panik! Birkaç gün içinde Yaz ile beraber aksesuvarları yetiştirmemiz gerekiyor. Şansımız var, her şey hazır. Birkaç günde dudaklar, eller ve kalplerle yola çıkıyorum, 11 Eylül günü 11 saatlik bir yolculuğa.
    Yolculuğumu tamamladım, havaalanındaki soru yağmurundan sonra, yağmurlu bir New York beni karşıladı. Bindiğim taksinin şoförü Mısırlı, adı Mamoud. Kahireli kendisi. Sohbet sohbeti açıyor. Trafik, yağmur derken bir 45 dakika sonra Lower East Side’a varıyorum. Bavulumu atıp istikameti Tribeca’ya, Zac’in ofisine çeviriyorum.
    İstanbul’da bienal, New York’ta moda haftası telaşı var. Şanslıyım, bu New York seyahatimde her fırsatta hemen taksi bulabiliyorum. İlk New York moda haftam. Daha önce gelmemiştim. Bir yandan gözüm kulağım açık. Bu kez en beklenilen defilenin aksesuvarları için geldim. Ne şans!
    Adı Zac, soyadı Posen. Bu ismi eminim tanıyorsunuz, New York moda sahnesinin prensi oluyor kendisi.
    Defileye üç gün kala geldim. Çok iş var çok! Benden bir gün sonra Yaz geliyor. Fitting’ler son sürat devam ediyor; hani hangi mankene ne kıyafet giydirilir, işte bütün o hareketin içine dalıyorum gelir gelmez. Güzel bir enerji var havada. Panik yok, heyecan var. Düzenli bir yandan ama hareket var.
    Aksesuvarlarımız kıyafetlerle tanışmaya başlıyorlar. Dudaklar ellerle bir gömleğe yerleşiyor. Pleksiglastan pırlanta kolyeler mini elbiselerle buluşuyor. Havada biraz İstanbul, biraz Paris, bol New York var. Yavaş yavaş her şey yolunu buluyor. Kıyafetler tamamlanıyor, çantalar, ayakkabılar geliyor. Son provalar yapılıyor.
    Bilinen ve aranan tüm mankenler burada: Alek, Irina, Mia... En güzel kadınları tek bir adam yönetiyor: J. Alexander. Kendisine hayranım. Pozitif enerjisiyle herkesin yüzüne bir gülücük konduruveriyor. Kendisi en önemli manken koçu! İki işimin arasında onu izliyorum; nasıl yürünür, öğrenmeye çalışıyorum.
    Defile için en önemli makyaj ustası çalışıyor: Stephane Marais, 10 senedir hiçbir New York defilesine katılmamış. Zac için gelmeyi kabul etmiş. Masanın üstündeki harika Stephane Marais kitabına bakıyorum; makyaj değil bu, sanat.
    Müziği Mark Ronson yapıyor, saçları ise Odile Gilbert.
    Bol bol kahve içiyorum, gereğinden fazla. Saat farkı beni mahvetti.
    Arkama dönüp baktığımda New York’un kocaman binalarını görüyorum. Ah, New York! Büyük binalar şehri, insanlar karınca, hep bir koşuşturma içinde insanlar. Birkaç gün için ben de karınca oldum.
    Arkadaşlarımı görmekten çok mutluyum. Bir de Katia var, stüdyoda çalışan tek Türk, geleceğin grafik sanatçısı. Aynı anda NY’un en tatlı Türk kızı! İşlerimizin arasında bol bol sohbet etmeye çalışıyoruz.
    Ortam çok samimi. Samimiyet kimseyi işinden alıkoymuyor. Tam aksine herkes candan bağlı.
    Birçok moda evinde bu dönem sıkıntılı geçer, panik halindedir herkes. Burada tatlı bir telaş var. Etrafta bir sürü insan koşturuyor olmasına rağmen hiç basınç yok havada.
    Galiba Zac’in başarısının sırrı burada yatıyor: Ona inanan insanlarla bir aile kurmuş. Modaya snobizmle değil samimiyetle yaklaşıyor.
    Moda dışında birçok şey hakkında konuşabiliyoruz. Özelikle Vincente Minelli hakkında aynı merakı paylaşıyoruz. 5 dolara aldığı kitaba bakıyorum, Vincente Minelli harika bir adam!
    Ortada Betty (dachshund) ve Tina (kaniş) ara ara koşturuyor, her köpek aynı! Yerleri süpürmeden olmuyor, köpek olmanın ilk kuralı bu herhalde.
    Zaman geçti, hızlı bir şekilde her şey hazır; ertesi gün için paketleniyor. Defile pazartesi sabahı 9’da Altman Building’de.
    Olaylar geliştikçe sıcağı sıcağına yazıyorum. Önümde bitmemiş dudaklar ve kalpler beni bekliyor.
    Arada Judy Garland’ın bir şakısına kulak asıyorum. Çok seviyorum Judy’yi! New York’a daha uygun bir melodi olamazdı.
    ‘You made me love you / I didn’t want to do it, I didn’t want to do it / You made me love you / and all the time you knew it / I guess you always knew it’... Judy Garland ve Lisa Minelli bu seyahatimin melodilerini söylüyorlar.
    Yorgunum, aksesuvarları yapmanın heyecanı beni ayakta tutuyor. Güzel insanlarla çalışmanın keyfini yaşıyorum, Koleksiyondaki renkli dünyanın içindeyim: Aşkın pembesi, gökyüzünün mavisi, çimenlerin yeşili, güneşin sarısına karışıyor. Renkler patlıyor etrafımda. Zac Posen’de kesinlikle güzel bir yaz olacak.
    Figüratif bir dünyaya jeometri katılıveriyor. Her şey ahenk içinde.
    Pazartesi sabahı saat 8. Yine şanslıyız, Yaz’la çok kolay taksi bulduk. Bir gece önce gittiğimiz Purple dergisinin partisinin yorgunluğu var üstümüzde. Tabii ki güzel bir Zac Posen elbisesi giydim.
    Standart otelinin en üst katındaki harika manzarayı unutmak imkânsız. Podyum pembe. Saçlarda çeşitli renklerde saç tutamlarıyla topuzlar hazırlanıyor. Ekip erkenden burada. Mankenler birer birer prova yapıyor. Aksesuvarlar paketlerinden çıkarılıp takılıyor tüm kıyafetlere birer birer.
    Yaz yanımda, çok mutluyum, maceraya beraber çıktık. Bir kez daha.
    New York’ta hava pek tatlı bugün, defile güzel olacak. Güzel bir eylül ayı. Ortam güzel.
    New York Moda Haftası Avrupa’dakilerden farklı, daha ticarete yönlenmiş, daha ciddi ama insanlar yine de daha çok giyinmeyi seviyorlar. Fransa’daki gibi önyargılı bakışlar yok burada. Paris ve Londra’nın farklı bir havası var yine de.
    Son rötuşlar, 5 dakika var, defile başlıyor!
    Heyecan dorukta, alkışlar ve çığlıklar eşliğinde bitiyor.
    Anladım ki güzel bir elbiseden ötesi, bir kadını bir elbiseyle güzel gösterebilmek sihirden başka bir şey değil. Sihri yaşadım. Artık biliyorum. Anlıyorum niye bu kadar çok kadının tercihi olduğunu. Vazifemizi tamamladık, çok mutluyuz. En sonunda arkadaşım Zac’le tanıştınız. Kısmetse New York’a geri dönerim!


    Zac

    İnstyle-09/09

    Elle/Tutti Frutti 09/09

    Kingdomofstyle.typepad.co.uk

    WEDNESDAY, 16 SEPTEMBER 2009

    Friday, September 18, 2009

    Zac Posen/Accessories by Yazbukey



    Zac Posen/Accessories by Yazbukey



    Zac Posen/Accessories by Yazbukey



    Zac Posen/Accessories by Yazbukey(Style.com)



    Zac Posen(Style.com)




    Location:The Altman Building
    Date:14-09-2009
    Zac Posen 2010 Spring Summer Collection
    Accessories:Yazbukey
    Hair:Odile gilbert
    Make up:Stephane Marais
    Music:Mark Ronson

    Zac Posen/Accessories by Yazbukey

    Zac Posen Bejewels His Bags, Necklaces, and Hair

    • 9/15/09 at 11:40 AM
    Zac Posen Bejewels His Bags, Necklaces, and Hair

    Photo: Imaxtree

    Jewels dominated Zac Posen's show, both in color and in shape. Clutches were bejeweled in cutout rubies and garnets, while necklaces featured sapphire blue and pink topaz. Hair also took on these hues, with strands of turquoise, aquamarine, and emerald woven into twisted updos

    Sunday, September 13, 2009

    Emel




    Photo:Umut kebabcı

    Wednesday, September 9, 2009

    Wednesday, September 2, 2009

    Andam.fr

     

     


    Videotape Princesses.
    They could be the long-lost great-granddaughters of Schiaparelli, of La Môme Bijou, the bejeweled barfly photographed by Brassaï in the thirties, or even the illegitimate granddaughters of that iconic American blonde who sang "Diamonds Are a Girl's Best Friend". But as concerns their pedigree, Yaz and Emel, the two sisters who form the fashion duo Yazbukey, can only brag of being grandnieces of King Farouk. On a tee-shirt they have embroidered the sparkling ruby slippers and sensible socks of Judy Garland as Dorothy Gale in The Wizard of Oz — those shoes that made the Wicked Witch of the West literally burn with envy. On a leather bustier dress in a brash shade of yellow, they put Alfred Hitchcock's menacing birds, perched on their sinister branch just waiting for their chance. In their workshop, a medley of handbags, gloves, belts, shoes, skirts and tops, printed or embroidered with a black and white keyboard design and accompanied by a chorus of "musical note" and "treble clef" rhinestone brooches and earrings join their voices to sing along with Gene Kelly in An American in Paris, or perhaps to sing the praises of the pink panther, whose mustachioed muzzle entered the theater of fashion when Yazbukey embroidered it in pearls. In another corner, disquieting bats out of a Tim Burton horror film roost on a pump, alight on an arm, perch on a shoulder and nest on a bikini top.


    Yaz and Emel's fashion fables are transpositions of an other-worldly vision, an incongruous blend of the maudlin, trashy, glamorous, goth and kitsch that owes a lot to cinema. From the movies they glean little fashion talismans, like fake but nonetheless precious relics brought back from their pilgrimages to the dreamland on the other side of the screen, where they can venture at will like modern-day Alices, their noses propping up the bizarre glasses with lenses dotted with Swarovski crystals that they invented for themselves "in order to see the world better". They love the movies: Tim Burton first and foremost, but also the innumerable films of all genres and qualities that they watched on videotape during their childhood and teen years, sheltered from heat and boredom in their gilded cage in Saudi Arabia, where their father served as a diplomat for seven years. And television as well, especially those sentimental and heartless soap operas that Yaz still loves to watch all afternoon long while embroidering in their tiny apartment in central Paris. And in the background of this luxuriant jumble, filtering through the snappy, zany or saccharine refrains of the musical comedies they loved as children, comes a smattering of hard-edged punk. Asked to sum up their style, Yaz describes it as "Siouxsie meets Cyd Charisse."



     


    Vogue UK

    Paper




    www.hintmag.com






    Yazbukey's clothes and accessories are, for humans, a wild world of Galliano-style statement pieces inspired by whimsical Jean de la Fontaine stories, Grimm's fairy tales, Gershwin music, Agatha Christie novels, Tim Burton movies and other camp theatrics. But the line's new clothing for "mini dogs" has even more bite, with its brightly-colored and printed bib-like ruffs tied around the neck with a ribbon where a leash would otherwise tug. Going beyond simple knitted body suits, the unisex range offers a chic alternative for furry friends of the fancier sort. What else would you expect from two eccentric Turkish sisters, Yaz and Emel Kurhan, who also happen to be Ottoman princesses and grandnieces of Egypt's late King Farouk? Now living and working in Paris, the duo studied styling at the famed Studio Bercot, where Emel continues to teach, before collectively interning at Christian Lacroix, Martin Margiela, Martine Sitbon, Givenchy and Jeremy Scott, even releasing a single with music man Michel Gaubert—just the sort of pedigree one needs to design canine couture. 

    Tuesday, September 1, 2009

    Radikal Cumartesi-29/08/2009

    Kalbimin prensidir MJ

    Kalbimin prensidir MJ

    29/08/2009

    Eceliyle mi öldü, ihmalden mi yoksa cinayete mi kurban gitti? Bugün, bu dünyadan ayrılışı hâlâ sır olan Michael Jackson'ın doğum günü. Harbi bir seveninden, içten bir mektup var MJ'e...

    EMEL KURHAN (Arşivi)

    Yalnız değilsin. Buradayım, seninle. Müziğini dinlemeye devam ediyorum, bak hâlâ buradayım. Bir yere gitmiyorum. 
    Gece sıcaktı, uyuyamadım. Zapping... Nadiren izlediğim CNN’i açtım. MJ ölmüş. Ne? MJ ölmüş! Telefon çaldı o saniyede. Göksel: “MJ ölmüş!”
    Üzüntümü paylaşacak herkese SMS attım: “MJ öldü!” Bunu anlayabilecek herkese.
    Ertesi gün Facebook’ta profil fotoğrafları Maykıl oldu, herkes bir-iki satır bir şey yazdı. Bak, kimse unutmamış seni. Hâlâ buradayız.

    Yaz’la bayılırdık o klibe, biraz da korkardık 
    Benim için MJ’in anlamı çok. MJ müzik demek. MJ dans demek, deha demek, duygu demek. Ama aynı anda hüzün demek, yalnızlık demek.
    Bu yazı yayımlandığında senin doğum günün olacak. İyi ki doğmuşsun, arkanda o kadar güzel şeyler bırakıp gitmişsin.
    29 Ağustos 1958’de doğmuştun. Ölümünün üstünden tam 65 gün geçti. Bu furya geçsin istedim sana duygularımı açmak için. Doğum gününe yetiştim. Ne şanslıyım, bir cumartesiye denk geldi. Sana bir şeyler yazmak istedim, sadece sana... Veda etmek istedim aslında. Evet, 65 gündür seni düşünüyorum. Bazen gittiğine inanamıyorum. Zaten cenazeni de durmadan ileri bir tarihe atıyorlar. Yaptıkları tören de o kadar sahteydi ki, izleyemedim bile. Kalbim kırılıyor bunları görünce, sirk değil ki bu!
    Ailen hâlâ sırtında ve gitmeye de pek niyetleri yok, sana söyleyeyim. En yakın dostun Quincy Jones senin törenine katılmak istememiş. Adam hatta demiş ki “Ruhen yakınlık duyduğun bir insana milyonlarla beraber veda edemezsin. Böyle bir anma töreni bana uymuyor.”
    Yazdıklarım sadece güzel şeyleri yansıtsın, kötü anılara yer yok bu mektupta. Birçok tuhaflık olabilir ama ben bunları hatırlamıyorum bile. Müzik konuşalım istersen.
    Michael Joseph Jackson, sen 1964 senesinden beri şarkı söylüyorsun. Neredeyse 32 seneden beri ben senin şarkılarınla yaşıyorum. Jackson 5’taki saçı kabarık dans eden küçük çocuk var ya, ben onu hiç unutmadım işte. Jackson 5’ın vokalistiyken, Suudi Arabistan’daki en yakın arkadaşım Mustafa sana benzerdi. Cidde’deki oyunumuz senin şarkılarınla dans etmekti bizim için. Arada patenlerle kayardık saatlerce senin müziklerin eşliğinde.
    Annemin bize ilk satın aldığı kasetti seninki; Yaz’la paylaşamazdık. Evde hep çalardık, senin müzikleri koyar, dans ederdik. Hâlâ büyümedim, aynı şeyleri yapmaya devam ediyorum. Senin şarkılarınla dans ediyorum hâlâ.
    Sonra sen büyüdün, hepimiz büyüdük. Müziğindeki büyü devam etti. Yeni solo kariyerine başladın. Üzüldüm aslında Jackson 5’dan ayrılınca. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak diye düşündüm. Daha güzel geldin!
    Sonra müzik tarihindeki en bomba albümü yaptın: ‘Thriller’! En çok satan, en çok dinlenmiş albüm, inanabiliyor musun! Çok uzun süren bir klip yapmıştın, film gibi... Yaz’la bayılırdık o klibe, ama ne yalan söyleyeyim biraz da korkardık sonundaki kahkahadan.
    Müziğinin dışında tarzını da takip ettik, mesela ‘Thriller’ ceketini hâlâ isterim! Hatta ‘Bad’ tokalı botlarında da gözüm var. 
    Ve tabii yine bizi dans ettirdin. Ardından ‘Off the wall’, ‘Bad’, ‘Dangerous’; derken rengin açıldı, yüzün değişti... Ruhun hep aynı yalnız çocuk kalsa da fiziksel olarak bir evrim geçirdin. Halbuki harikuladeydin. Kimse sana bunu söylemedi mi? 50 kiloya düşmene gerek yoktu, 
    o ilaçları almana da gerek yoktu, çünkü sen harikaydın.
    Ben seni yargılamam. Seni çok seviyorum. Milyonlarca insan var seni seven, bunu unuttun mu yoksa? Keşke birisi seni yalnızlığından çıkarabilseydi. Bir ara hayatına şempanze Bubbles’ı sokarak yalnızlığını gidermeye çalıştın, ama o da neredeyse herkesi ısırmış. Bir de Muscles vardı; koca yılan...

    Rahat uyu, bizler bir yere gitmiyoruz
    Tuhaf evlilikler yaptın, kendine Neverland adında bir kraliyet kurdun, yalnızlık denilen o ülkeden kolay ayrılınmıyor işte. Sonra çirkin şeyler yansımaya başladı basından, çocukken ne kadar incindiğini öğrendik aslında, ruhunun aldığı yaraları gördük. Bak, yine de kimsenin sevgisi azalmadı sana karşı. Her şeye rağmen ilham perisi olarak vardın.
    Bu yüzden yalnız değilsin, ben hâlâ buradayım seninle. İçimdeki çocuk bir yere gitmiyor. 1970’lerde bir şarkın vardı, ‘Ben’. Daha çocuktun o şarkıyı söylerken, ben hâlâ dinliyorum o umut dolu sözleri. Şarkıda derdin ki: ‘Arkana bakarsan ve gördüklerini sevmezsen/Bilmen gereken bir şey var/ O da hep gidecek bir yerinin olduğu/ Birçok insan sana sırt çevirmiş olabilir/Söyledikleri tek kelimeyi dinlemiyorum bile/Çünkü benim gördüklerimi göremiyorlar/Keşke deneseler/Eminim bir kez daha düşünürlerdi/Eğer senin gibi bir arkadaşları olsaydı’... 
    Kulağımdan gitmeyen bir melodidir Maykıl’inki, aklımdan çıkmayandır sözleri. Kalbimin prensidir MJ. Rahat uyu, bizler bir yere gitmiyoruz.