Monday, June 15, 2009

Radikal Cumartesi 13-06-2009

Moda kötülüklerin anasıdır


13/06/2009

Marni bir tanıdık, Marc sanki bizim amcaoğlu. Sokaklarda daimi bir defile hali; herkes birini süzüyor. Moda ne zaman eğlenceden uzaklaşıp bu hale geldi?

EMEL KURHAN (Arşivi)

Bugün cumartesi, tembel bir cumartesi. Hava güzel. Sıcaklık güzel bir kıvamda.
Evde uzun bir süre geçirdikten sonra dışarı atıyorum kendimi. Arkadaşım Seda’yla buluşup Nişantaşı’nda avare avare gezmeye çıkıyoruz. Yolumuz İstanbul’un alışveriş tapınağına düşüyor, malum kelebek günü.
Ayakkabı katına çıkıyorum, her yer dağılmış. Kargaşanın arkasında yorgun bir kadın duruyor. Tek başına dağıtmış olamaz diye düşünüp gülümsüyorum kendi kendime. Artık moda böyle mi tüketiliyor?
Belli ki ihtiyaçtan almıyoruz kılık kıyafeti. Dürtülerimize yenik düşüp alışveriş yapıyorsak o zaman onlara niye bu kadar kötü davranıyoruz? Kelebek olduğu için mi?
Bir anda bir kadın yanındaki arkadaşına bağıra bağıra “Marni’yi gördüm” diye başlayarak bir şeyler anlatıyor. Markalar bize bu kadar ulaşılmaz dururken bir anda en yakın arkadaşımız oluvermiş. Ya Marc?
O da amcamın oğlu oluyor, arkadaş değil akraba olduk. Derhal çıkıyoruz.
Evet biliyorum, moda şuursuz tüketim demek. Ama düşünmeden de edemiyorum; birileri bize voodoo mu yapıyor? Son zamanlarda insanlarda şekilcilik takıntısı pek bir gözüme batmaya başladı. Bu kadar mı küçük dünya? 
Araştırmalarımın devamı için bir salı sabahı köşedeki kafeye oturuyorum. Hani cumartesileri tam karşı kaldırımda paparazzilerin beklediği kafe. Kumpir’le etrafı gizlice kesmeye başlıyoruz.
Fark ediyorum ki güven sorununuz varsa psikoloğa gitmeye gerek yok, logolu büyük bir çantayı kolunuza takıp Nişantaşı’nda belli sokaklarda yürümek yeterli. Büyük siyah gözlük (o da logolu) güveninize güven katıyor. Sonsuz güvene, yanınıza aynı formatta bir arkadaş alarak ulaşabilirsiniz. 
Bir süre sonra bu zoraki defileden sıkılıp kalkmaya karar veriyorum. Logonun gücünü düşünmeden edemiyorum. Bir yere ait olma duygusu mu acaba? Logo mudur her derde deva? Fark ediyorum ki moda değişmiş, tüketim değişmiş, anlayış değişmiş. 
Bir yandan satışa yönelik tasarımlar için çok yaratıcı ekipler kuruluyor ve sorumluluk bu yaratıcı insanların omzuna yükleniyor. Böyle bir çelişki oluşuveriyor: Satımlık şeyleri yaratıcı kişiler mi yapar? Bunun için pazarlamadan sorumlu insanlar işe alınmaz mı ki? Christian Lacroix’nın söylediği harika bir laf var bu konuda: “Ben 25 senedir kötü yönetiliyorum.” Şimdilerdeyse marka askıya alındı.
Bazı şeyler artık farklı şekilde yapılıyor. Bir de bugünlerde artık efsaneler bitti. Bir Chanel daha çıkmaz gibi geliyor; böyle bir dünya gerçeğinde değil en azından. Yeni markalar beş-altı sene sürüyor. Tüketimi düşünüyorum: Uzun uzun krizden bahsedildi, durum biraz düzelince bir saniyede alışveriş 
ortamı geri gelmiş.
Eskiden tarz dediğimiz şey parayla ölçülmezdi. Bugün maddiyat şovuna dönüştü. Maddiyat yaratıcılığın üzerinde hâkimiyet kurdu. Logo ise ilaç; ağrıyı sızıyı ortadan kaldırır.
Ben hangi yüzyıldan geldim acaba? Öğrenciyken Paris’te üst üste bir sürü şey giyer, eğlenirdik. Markaları, ucuz şeylerle karıştırır, kendi modamızı yaratırdık. Birkaç adım önde olmayı düşünürdük hep.
Dükkânlarda satılan malların bir yıllık bir geçmişi vardır ve tasarımcılar artık birkaç sezon sonrasını düşünmeye başlar.
Bugün moda okullarında yine karşımıza çıkıyor logolu çanta. Yaratıcı beyinler yarınları düşünmez olmuş. Sadece marka var, bugünün modası var, denemeler ortadan kalkmış. Moda, giyinmek-süslenmektir, kıyafettir, aksesuvardır, makyajdır, parfümdür. Estetik bir arayıştır. Yeni bir öneridir, kişiliğini dışarı vurmaktır. Gerçek bir ihtiyaçla alakası olmayan bir sistemde, birinci amaç süslenmek, o zaman ne zamandan beri bu kadar ciddiyetle uygulanıyor?
Moda tüketimi Türkiyede doğru yere ait olma göstergesi, cemaatin doğru tarafında bulunmak. Tak koluna logolu çantanı, giy ayağına Louboutin’leri, büyük Dior gözlükleri de sakın unutma. Maddiyat yaratıcılığın üzerine hakimiyet kurmuş.
Peki modayi niye tüketiyoruz? Dergiden fırlamışçasına giyinirsek mi havalı duruyoruz? Peki ya kişiliğimiz? Fazla havadan, ayaklarımız mı yerden kesiliyor? 
Moda bir stil önerisi değil midir? Tipine yakışanı veya uyanı seçmek veya seçmemek... Karar bize ait değil mi? Yoksa birileri büyü mü yapıyor?
Başlangıçta oyun eğlenceli geliyor, oyuncular o kadar eğlenceli çıkmıyor ama... Moda istediğini yapmak 
değil midir?
İstanbul’da gözlemlediğim şey şudur: Balenciaga ceketin var mı yok mu? En komiği böyle bir kuralın olması, dün Topshop’tan giyinenler bugün Balenciaga tüketicisi olmuş. Topshop olmuş çöp, Balenciaga tanrı. Tanrı trendlere göre değişebilir, çünkü tutarlılık yok, gelenek yok; rüzgâr nereye eserse....
İstanbul’da bir insanın başına gelebilecek en gıcık şey, biri tarafından süzülmek... Değerin nedir acaba? New York’ta niye bu kadar rahatsız edici değil bu peki?
Araştırmalarıma Paris’te devam ediyorum, madem yolum buraya düştü... Modanın merkezindeyim. Yok böyle bir şey. İstanbul’da güzel yemek yenir, keyif yapılır, ama moda açısından henüz tüketici bir şehir. Yaratıcılık yavaş gelişiyor.
Paris’te modaya daha görgülü bir yaklaşım var, nedeni de moda bilincinin tarihte daha uzun bir yer alması.
Bu dürtülerimiz ve ego oldukça bu makina işlemeye devam eder. Moda tüketimi kendini ayrıcaklıklı hissettirir. Fuzuli olan şeylerin kabul görmesidir bütün olay.
Ortada tarz yokken ben neyi eleştirebilirim ki? Bugün tarz hesap kitap; nerede kaldı içgüdüler?
Moda kötülüklerin anasıdır. Alkolden de kötü!
Tak takıştır. Saçma sapan görün, gülünç olmaktan korkma. Saçmasapan olmak güzeldir, defo güzeldir. Moda ciddiyetle uygulanacak bir şey değildir, moda eğlenmektir.
Peki o zaman moda niye parayla bu kadar bütün haline geldi? Moda kişisel tarzını yansıtmaktır. Tarzın iki kuruş etse bile...


No comments:

Post a Comment