Sunday, September 27, 2009
Monday, September 21, 2009
http://www.fashiongossips.com
Las princesas de los accesorios de hoy, Yazbukey
La joyería de plástico y vinilo está en alza y Yazbukey
es un nombre que se puede olvidar cuando tratamos este tema.
La marca de accesorios ya tiene como clienta fija a Björk,
y sus creadoras Yaz y Emel se hacen su hueco.
Las hermanas Yazbukey tienen salgre egipcia, pues
resulta que son princesas turcas descendientes de Mehmet Ali Pasha,
rey de Egipto. Después de viver en diferentes ciudades decidieron
instalarse en París donde empezaron sus carreras profesionales.
Por un lado Yaz estudió Diseño Industrial y Gráfico y más tarde
Diseño de Moda en el Studio Berçot. Tras varios períodos de prácticas
en firmas como Martin Margiela, Martine Sitbon o Givenchy,
Yaz fue asistente de Jeremy Scott. En cuanto a Emel, trabajó 3
estaciones en la casa Christian Lacroix, pasando más tarde
por el Studio Berçot.
Con tal curriculum y tras varias conversaciones, las hermanas
decidieron montar su propia marca y llamarla Yazbukey.
Ésta se inspira en el Pop Art, musicales de Vincent Minelli,
películas de Tim Burton o Hitchcok... En conclusión,
un accesorio indispensable para los más atrevidos y
para aquellos que la moda es algo divertido.
Una historia diferente al de las Tatty Devine, pero con un mismo fin
revolucionar el mundo de los accesorios y las joyas.
Sunday, September 20, 2009
Radikal Cumartesi 19-09-2009
Arkadaşım Zac
Zac Posen’in başarısının sırrı, modaya snobizmle değil, samimiyetle yaklaşması.
19/09/2009
New York moda sahnesinin prensi Zac Posen bizden defilesi için aksesuvar istedi. Pleksiglastan pırlanta kolyelerimizi ve dudaklarımızı alıp New York Moda Haftası'na gittik, defilenin kulisini kokladık
EMEL KURHAN (Arşivi)
Yorgunum, çok yorgunum! New York’a geldim, kısmetse dönerim... Uzun bir yolculuktan sonra nihayet geldim New York şehrine. Paris’ten birkaç gün önce apar topar İstanbul’a döndüm, niyetim şu aksesuvarları yapmak. Güzel bir sürpriz oldu. Arkadaşım Zac bizden son dakikada defilesi için aksesuvar istedi. Panik! Birkaç gün içinde Yaz ile beraber aksesuvarları yetiştirmemiz gerekiyor. Şansımız var, her şey hazır. Birkaç günde dudaklar, eller ve kalplerle yola çıkıyorum, 11 Eylül günü 11 saatlik bir yolculuğa.
Yolculuğumu tamamladım, havaalanındaki soru yağmurundan sonra, yağmurlu bir New York beni karşıladı. Bindiğim taksinin şoförü Mısırlı, adı Mamoud. Kahireli kendisi. Sohbet sohbeti açıyor. Trafik, yağmur derken bir 45 dakika sonra Lower East Side’a varıyorum. Bavulumu atıp istikameti Tribeca’ya, Zac’in ofisine çeviriyorum.
İstanbul’da bienal, New York’ta moda haftası telaşı var. Şanslıyım, bu New York seyahatimde her fırsatta hemen taksi bulabiliyorum. İlk New York moda haftam. Daha önce gelmemiştim. Bir yandan gözüm kulağım açık. Bu kez en beklenilen defilenin aksesuvarları için geldim. Ne şans!
Adı Zac, soyadı Posen. Bu ismi eminim tanıyorsunuz, New York moda sahnesinin prensi oluyor kendisi.
Defileye üç gün kala geldim. Çok iş var çok! Benden bir gün sonra Yaz geliyor. Fitting’ler son sürat devam ediyor; hani hangi mankene ne kıyafet giydirilir, işte bütün o hareketin içine dalıyorum gelir gelmez. Güzel bir enerji var havada. Panik yok, heyecan var. Düzenli bir yandan ama hareket var.
Aksesuvarlarımız kıyafetlerle tanışmaya başlıyorlar. Dudaklar ellerle bir gömleğe yerleşiyor. Pleksiglastan pırlanta kolyeler mini elbiselerle buluşuyor. Havada biraz İstanbul, biraz Paris, bol New York var. Yavaş yavaş her şey yolunu buluyor. Kıyafetler tamamlanıyor, çantalar, ayakkabılar geliyor. Son provalar yapılıyor.
Bilinen ve aranan tüm mankenler burada: Alek, Irina, Mia... En güzel kadınları tek bir adam yönetiyor: J. Alexander. Kendisine hayranım. Pozitif enerjisiyle herkesin yüzüne bir gülücük konduruveriyor. Kendisi en önemli manken koçu! İki işimin arasında onu izliyorum; nasıl yürünür, öğrenmeye çalışıyorum.
Defile için en önemli makyaj ustası çalışıyor: Stephane Marais, 10 senedir hiçbir New York defilesine katılmamış. Zac için gelmeyi kabul etmiş. Masanın üstündeki harika Stephane Marais kitabına bakıyorum; makyaj değil bu, sanat.
Müziği Mark Ronson yapıyor, saçları ise Odile Gilbert.
Bol bol kahve içiyorum, gereğinden fazla. Saat farkı beni mahvetti.
Arkama dönüp baktığımda New York’un kocaman binalarını görüyorum. Ah, New York! Büyük binalar şehri, insanlar karınca, hep bir koşuşturma içinde insanlar. Birkaç gün için ben de karınca oldum.
Arkadaşlarımı görmekten çok mutluyum. Bir de Katia var, stüdyoda çalışan tek Türk, geleceğin grafik sanatçısı. Aynı anda NY’un en tatlı Türk kızı! İşlerimizin arasında bol bol sohbet etmeye çalışıyoruz.
Ortam çok samimi. Samimiyet kimseyi işinden alıkoymuyor. Tam aksine herkes candan bağlı.
Birçok moda evinde bu dönem sıkıntılı geçer, panik halindedir herkes. Burada tatlı bir telaş var. Etrafta bir sürü insan koşturuyor olmasına rağmen hiç basınç yok havada.
Galiba Zac’in başarısının sırrı burada yatıyor: Ona inanan insanlarla bir aile kurmuş. Modaya snobizmle değil samimiyetle yaklaşıyor.
Moda dışında birçok şey hakkında konuşabiliyoruz. Özelikle Vincente Minelli hakkında aynı merakı paylaşıyoruz. 5 dolara aldığı kitaba bakıyorum, Vincente Minelli harika bir adam!
Ortada Betty (dachshund) ve Tina (kaniş) ara ara koşturuyor, her köpek aynı! Yerleri süpürmeden olmuyor, köpek olmanın ilk kuralı bu herhalde.
Zaman geçti, hızlı bir şekilde her şey hazır; ertesi gün için paketleniyor. Defile pazartesi sabahı 9’da Altman Building’de.
Olaylar geliştikçe sıcağı sıcağına yazıyorum. Önümde bitmemiş dudaklar ve kalpler beni bekliyor.
Arada Judy Garland’ın bir şakısına kulak asıyorum. Çok seviyorum Judy’yi! New York’a daha uygun bir melodi olamazdı.
‘You made me love you / I didn’t want to do it, I didn’t want to do it / You made me love you / and all the time you knew it / I guess you always knew it’... Judy Garland ve Lisa Minelli bu seyahatimin melodilerini söylüyorlar.
Yorgunum, aksesuvarları yapmanın heyecanı beni ayakta tutuyor. Güzel insanlarla çalışmanın keyfini yaşıyorum, Koleksiyondaki renkli dünyanın içindeyim: Aşkın pembesi, gökyüzünün mavisi, çimenlerin yeşili, güneşin sarısına karışıyor. Renkler patlıyor etrafımda. Zac Posen’de kesinlikle güzel bir yaz olacak.
Figüratif bir dünyaya jeometri katılıveriyor. Her şey ahenk içinde.
Pazartesi sabahı saat 8. Yine şanslıyız, Yaz’la çok kolay taksi bulduk. Bir gece önce gittiğimiz Purple dergisinin partisinin yorgunluğu var üstümüzde. Tabii ki güzel bir Zac Posen elbisesi giydim.
Standart otelinin en üst katındaki harika manzarayı unutmak imkânsız. Podyum pembe. Saçlarda çeşitli renklerde saç tutamlarıyla topuzlar hazırlanıyor. Ekip erkenden burada. Mankenler birer birer prova yapıyor. Aksesuvarlar paketlerinden çıkarılıp takılıyor tüm kıyafetlere birer birer.
Yaz yanımda, çok mutluyum, maceraya beraber çıktık. Bir kez daha.
New York’ta hava pek tatlı bugün, defile güzel olacak. Güzel bir eylül ayı. Ortam güzel.
New York Moda Haftası Avrupa’dakilerden farklı, daha ticarete yönlenmiş, daha ciddi ama insanlar yine de daha çok giyinmeyi seviyorlar. Fransa’daki gibi önyargılı bakışlar yok burada. Paris ve Londra’nın farklı bir havası var yine de.
Son rötuşlar, 5 dakika var, defile başlıyor!
Heyecan dorukta, alkışlar ve çığlıklar eşliğinde bitiyor.
Anladım ki güzel bir elbiseden ötesi, bir kadını bir elbiseyle güzel gösterebilmek sihirden başka bir şey değil. Sihri yaşadım. Artık biliyorum. Anlıyorum niye bu kadar çok kadının tercihi olduğunu. Vazifemizi tamamladık, çok mutluyuz. En sonunda arkadaşım Zac’le tanıştınız. Kısmetse New York’a geri dönerim!
Kingdomofstyle.typepad.co.uk
WEDNESDAY, 16 SEPTEMBER 2009
GIFT BAG
Having my usual, self tormenting roam around
FarFetch I saw these amazing little bags by
Paris based label Yazbukey. They are like
pretty little parcels you'd swing happily
from your wrist.
The label is founded by two sisters,
Yaz & Emel, who are, apparently
descended from Mehmet Ali Pasha
King of Egypt! The have Royal blood
running through their creative brains.
Looking through their collection, they
seem like the kind of girls who are
having immense fun creating whatever
takes their fancy, even t-shirts.
The cord necklaces are easily my favourite.
They started their label to create things to
fancy up a little black dress, but I think I
would happily swing the gift box bag
everywhere...maybe it'd act as a gift
magnet?! A girl can hope...
Queen Michelle
Friday, September 18, 2009
Zac Posen(Style.com)
Zac Posen/Accessories by Yazbukey
Zac Posen Bejewels His Bags, Necklaces, and Hair
- 9/15/09 at 11:40 AM
Jewels dominated Zac Posen's show, both in color and in shape. Clutches were bejeweled in cutout rubies and garnets, while necklaces featured sapphire blue and pink topaz. Hair also took on these hues, with strands of turquoise, aquamarine, and emerald woven into twisted updos
Sunday, September 13, 2009
Wednesday, September 9, 2009
Wednesday, September 2, 2009
Andam.fr
|
www.hintmag.com
|
Tuesday, September 1, 2009
Radikal Cumartesi-29/08/2009
Kalbimin prensidir MJ
29/08/2009
Eceliyle mi öldü, ihmalden mi yoksa cinayete mi kurban gitti? Bugün, bu dünyadan ayrılışı hâlâ sır olan Michael Jackson'ın doğum günü. Harbi bir seveninden, içten bir mektup var MJ'e...
EMEL KURHAN (Arşivi)
Yalnız değilsin. Buradayım, seninle. Müziğini dinlemeye devam ediyorum, bak hâlâ buradayım. Bir yere gitmiyorum.
Gece sıcaktı, uyuyamadım. Zapping... Nadiren izlediğim CNN’i açtım. MJ ölmüş. Ne? MJ ölmüş! Telefon çaldı o saniyede. Göksel: “MJ ölmüş!”
Üzüntümü paylaşacak herkese SMS attım: “MJ öldü!” Bunu anlayabilecek herkese.
Ertesi gün Facebook’ta profil fotoğrafları Maykıl oldu, herkes bir-iki satır bir şey yazdı. Bak, kimse unutmamış seni. Hâlâ buradayız.
Yaz’la bayılırdık o klibe, biraz da korkardık
Benim için MJ’in anlamı çok. MJ müzik demek. MJ dans demek, deha demek, duygu demek. Ama aynı anda hüzün demek, yalnızlık demek.
Bu yazı yayımlandığında senin doğum günün olacak. İyi ki doğmuşsun, arkanda o kadar güzel şeyler bırakıp gitmişsin.
29 Ağustos 1958’de doğmuştun. Ölümünün üstünden tam 65 gün geçti. Bu furya geçsin istedim sana duygularımı açmak için. Doğum gününe yetiştim. Ne şanslıyım, bir cumartesiye denk geldi. Sana bir şeyler yazmak istedim, sadece sana... Veda etmek istedim aslında. Evet, 65 gündür seni düşünüyorum. Bazen gittiğine inanamıyorum. Zaten cenazeni de durmadan ileri bir tarihe atıyorlar. Yaptıkları tören de o kadar sahteydi ki, izleyemedim bile. Kalbim kırılıyor bunları görünce, sirk değil ki bu!
Ailen hâlâ sırtında ve gitmeye de pek niyetleri yok, sana söyleyeyim. En yakın dostun Quincy Jones senin törenine katılmak istememiş. Adam hatta demiş ki “Ruhen yakınlık duyduğun bir insana milyonlarla beraber veda edemezsin. Böyle bir anma töreni bana uymuyor.”
Yazdıklarım sadece güzel şeyleri yansıtsın, kötü anılara yer yok bu mektupta. Birçok tuhaflık olabilir ama ben bunları hatırlamıyorum bile. Müzik konuşalım istersen.
Michael Joseph Jackson, sen 1964 senesinden beri şarkı söylüyorsun. Neredeyse 32 seneden beri ben senin şarkılarınla yaşıyorum. Jackson 5’taki saçı kabarık dans eden küçük çocuk var ya, ben onu hiç unutmadım işte. Jackson 5’ın vokalistiyken, Suudi Arabistan’daki en yakın arkadaşım Mustafa sana benzerdi. Cidde’deki oyunumuz senin şarkılarınla dans etmekti bizim için. Arada patenlerle kayardık saatlerce senin müziklerin eşliğinde.
Annemin bize ilk satın aldığı kasetti seninki; Yaz’la paylaşamazdık. Evde hep çalardık, senin müzikleri koyar, dans ederdik. Hâlâ büyümedim, aynı şeyleri yapmaya devam ediyorum. Senin şarkılarınla dans ediyorum hâlâ.
Sonra sen büyüdün, hepimiz büyüdük. Müziğindeki büyü devam etti. Yeni solo kariyerine başladın. Üzüldüm aslında Jackson 5’dan ayrılınca. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak diye düşündüm. Daha güzel geldin!
Sonra müzik tarihindeki en bomba albümü yaptın: ‘Thriller’! En çok satan, en çok dinlenmiş albüm, inanabiliyor musun! Çok uzun süren bir klip yapmıştın, film gibi... Yaz’la bayılırdık o klibe, ama ne yalan söyleyeyim biraz da korkardık sonundaki kahkahadan.
Müziğinin dışında tarzını da takip ettik, mesela ‘Thriller’ ceketini hâlâ isterim! Hatta ‘Bad’ tokalı botlarında da gözüm var.
Ve tabii yine bizi dans ettirdin. Ardından ‘Off the wall’, ‘Bad’, ‘Dangerous’; derken rengin açıldı, yüzün değişti... Ruhun hep aynı yalnız çocuk kalsa da fiziksel olarak bir evrim geçirdin. Halbuki harikuladeydin. Kimse sana bunu söylemedi mi? 50 kiloya düşmene gerek yoktu,
o ilaçları almana da gerek yoktu, çünkü sen harikaydın.
Ben seni yargılamam. Seni çok seviyorum. Milyonlarca insan var seni seven, bunu unuttun mu yoksa? Keşke birisi seni yalnızlığından çıkarabilseydi. Bir ara hayatına şempanze Bubbles’ı sokarak yalnızlığını gidermeye çalıştın, ama o da neredeyse herkesi ısırmış. Bir de Muscles vardı; koca yılan...
Rahat uyu, bizler bir yere gitmiyoruz
Tuhaf evlilikler yaptın, kendine Neverland adında bir kraliyet kurdun, yalnızlık denilen o ülkeden kolay ayrılınmıyor işte. Sonra çirkin şeyler yansımaya başladı basından, çocukken ne kadar incindiğini öğrendik aslında, ruhunun aldığı yaraları gördük. Bak, yine de kimsenin sevgisi azalmadı sana karşı. Her şeye rağmen ilham perisi olarak vardın.
Bu yüzden yalnız değilsin, ben hâlâ buradayım seninle. İçimdeki çocuk bir yere gitmiyor. 1970’lerde bir şarkın vardı, ‘Ben’. Daha çocuktun o şarkıyı söylerken, ben hâlâ dinliyorum o umut dolu sözleri. Şarkıda derdin ki: ‘Arkana bakarsan ve gördüklerini sevmezsen/Bilmen gereken bir şey var/ O da hep gidecek bir yerinin olduğu/ Birçok insan sana sırt çevirmiş olabilir/Söyledikleri tek kelimeyi dinlemiyorum bile/Çünkü benim gördüklerimi göremiyorlar/Keşke deneseler/Eminim bir kez daha düşünürlerdi/Eğer senin gibi bir arkadaşları olsaydı’...
Kulağımdan gitmeyen bir melodidir Maykıl’inki, aklımdan çıkmayandır sözleri. Kalbimin prensidir MJ. Rahat uyu, bizler bir yere gitmiyoruz.