Kabak tadı vermeyen retro nasıl yapılır?
09/05/2009
70'lerin insanın içine en dokunan 12 'hafif müzik' parçası, Göksel'in son albümü 'Mektubumu Buldun mu?'da canlandı. Onu bu ruha uygun olarak 40 yıl öncesine götürme işiyse Yazbukey markasıyla tanıdığımız Emel Kurhan'a düştü. Projenin sanat yönetmeni Kurhan, 'içten' anlattı
EMEL KURHAN (Arşivi)
Nereden başlasam? Önce hangi hikâyeyi anlatsam? En baştan başlayalım...
Birkaç sene önce bir çekimde tanıştık Göksel’ciğimle. Kesinlikle Türk müziğine çok yabancıyım, bu konuda pek cahilim. Ama Göksel bana müziğini keşfettirdi, samimiyetle.
Ve aramızda bir klik oldu. Arkadaşım Bennu Gerede’nin Marie Claire dergisi için yaptığı bir çekimde karşılaştık. Aynı karede bulunmakla beraber, yeni bir dostluğa adım atmış olduk. Çekim sonrası beni eve bırakmıştı, yolda uzun uzun sohbet ederek... Ne yalan söyleyeyim, araba kullanışından biraz tırsmıştım; zamanla alıştım.
Bol bol birlikte zaman geçirdik. Ailemi ziyaret etmek için Kahire’ye bile gittik. Sıkıntılarımızı ve mutluluklarımızı paylaşmaya başladık. Telefon sohbetlerimiz ve Cuppa’da kahvaltılarımız başladı, alışkanlığa dönüştü.
Müzikle ilgili cehaletim hâlâ devam edebilir, ama en azından şimdi Göksel’in repertuvarını öğrenmeye başladım. Hatta konserlerde çok salak gözükmeden eşlik edebiliyorum çalan parçalara...
Sadece benim için
Bundan sonrası malum, beraber bir şeyler yapmak istedik. İlk çalışmamız geçen seneki Ghetto konserindeydi; sahneyi bir sürü plastik çiçekle süslemiştim. Beyaz fırfırlı elbisesi ve çıplak ayakla çıktı sahneye. O konserde farklı bir şey oldu... Daha önce takip ettiğim gruplar veya sanatçılarda hissettiğim şeydi; o tarif edilemez duygu: ‘Sadece benim için söylüyor’ veya ‘Hissettiğim şeyi biri sözle bu kadar iyi nasıl anlatabilir?’ hissi... Daha önce bilmediğim şarkılar daha da anlam kazandı.
O gece aktardığı duygularla olduğum yerde kaldım; büyülendim adeta. Kalbime bıçak saplandı, saç diplerim kabardı, tüylerim diken diken oldu. Birçok sanatçı MTV’den izlediği hareketleri uyguluyor konserlerinde, işin daha çok havasındalar. Cesaretten yoksunlar. Ama Göksel’in performansı bambaşkaydı.
İşte şimdi heyecanlandım! Karşımda harika bir sanatçı ve tarz olarak onunla yapabileceğimiz çok şey vardı.
Ardından sakin bir döneme girdik, sadece birkaç konser oldu. Ve bir anda ne olduysa işte, her şey çözüldü. Göksel menajerini değiştirdi, yeni plak şirketine geçti ve jet hızıyla yeni albüm yapmaya karar verdi.
70’lerin şarkılarının toplandığı bir albüm olacaktı. Her şey sarsıldı; yeni prodüktör, yeni bir çalışma şekli ve her şey tepetaklak! Göksel kendi kodlarını ve alışkanlıklarını kırmış oldu, şarkıcılığıyla ön plana çıktı. Sonra şarkı ve müzisyen seçimi, stüdyodaki çalışmaların başlaması... A’dan Z’ye işin başında durdu. Ortaya çıkan sonuç harika!
Arada birkaç defa Paris’e gittim geldim, âşık oldum, ayaklarımı yerden kesen birisiyle tanıştım.
“Baksana talihe, mal verir kimine/Seni vermiş benim gibi birine”...
Ben aşk yaşarken, Göksel Büyükada’ya gitti geldi. Splendid Oteli, bisikletle gezintiler, akşamüstü kahvede buluşmalar... Hatırlıyorum, ilk söylediği şarkıyı dinlemiştik, demoyu getirmişti bize. Göksel ve Orkun, Fatih’in evine uğramışlardı. Birkaç defa dinledik, suskun ve heyecanlı. Çok özel bir andı dördümüz için, gözlerimiz doldu, “Oldu bu iş” dedik aynı anda... Bu arada Fatih gitti; benden uzağa...
“Bir gün gelir aşk biter, insafsızca terk eder/Bütün bunların ardından sadece gözyaşı kalır”...
Ben de ağladım, umutla/ umutsuzca... Ağladım, litrelerce gözyaşı aktı...
“Ağlamak şu gelip geçici dünyada/Her şeye rağmen var olmak demek/Ağlamak yaşayan binlerce duygu/ İnsanca ve coşkulu/Güzel bir şeydir/Ağlamak güzeldir/ Ağlamak güzeldir”...
Albümün görselliği için daldım arşivlerime; retro hafif bir dokunuşla kabak tadı vermeden nasıl yapılır onu düşündüm. Brigitte Bardot gibi kadınların doğal seksapeli geldi aklıma. Tanıdıkça anladım ki Göksel’de o dönem kadınlarındaki doğal kadınsılık var. Süssüz, doğal ve rahat olması gerekiyor. Bu yüzden aklıma Büyükada geldi mekân olarak.
Kış çok acımasız geçti. Paralelde, bu çalışmalar ilerlerken garip bir ruh halindeyim. Bitmeyen yağmurlar...
“Akşam gün olmuyor/Her an bir asır sanki”...
“Bu yollar, bu çıkmaz kaderim mi/Yanımda ağlayan ses benim mi/Şu giden yabancı sevgilim mi/İnanmam, olamaz, inanmam!”
“Bir zamanlar ne mutluyduk/Gelecekten umutluyduk/Gitti her taraf sessiz/Çaresizim çaresiz...”
Ding dong! Beklenen gün geldi. Çekim için bir gece evvelden Göksel’le beraber Büyükada’ya gidiyoruz, Paris’ten ve Portobello’dan aldığımız kıyafetlerle. Güzel bir yemek ve hâlâ mantığını çözemediğim okey oyunundan sonra otelimize dönüyoruz.
‘İnanmam’ ısrarı
Ertesi gün çok erken başlayacak. Hava durumu meçhul, herkes başka bir şey söylüyor...Yağacak mı, yağmayacak mı? Romatizmalarına bakarak, yağmur yağmayacağını kesin bir tonda söyledi birkaç akrabam.
Yavaş yavaş ekip tamamlandı. Nuri saçları yaptı, Elif makyajı. Aman müziğimiz eksik olmasın, havaya girmek lazım. Nuri ve ben DJ’lik yaptık ormanda, otelde, sokakta, faytonda, sağda solda. İlk planımızı otele yakın bir sokakta çektik. İkincisi bisiklet derken... Yağmur başladı! Korktuğumuz başımıza geldi. Yağmur hiç dinmiyor. Her damla keder sanki. Diana Ross ve ‘Oldies but goldies’ler sağ olsun. Yağan kederli damlalar ferahladı, gün bitti ve yeni günler geldi yeni umutlarla beraber...
Çekimin akşamı donarak döndük yağmurla beraber İstanbul’a. Ulaş’la buluştuk grafik için, Çukurcuma’daki ofisinde. Photoshop’lar halledildi, arada panik, bin tane e-mail, cinnetin eşiğinden döndük sırasıyla. Sonra her şey bitti ve albüm çıktı.
İstiklal Caddesi’nde yürürken ‘Şimdi Sen Varsın’ çalıyordu. Daldım hemen dükkâna. Hemen elime aldım CD’yi, gözlerim açılmış kocaman. Nasıl olmuş acaba basılmış bitmiş hali? Yanımda duran kişiye büyük bir heyecanla ve gülümsemeyle “Sanat yönetmeni benim!” dedim. “Biliyorum” diye cevap verince o gülümsemeyle İstiklal’in kalabalığına karıştım.
‘Mektubumu Buldun mu?’yla beraber hayatımın en zor ayrılığını yaşamış oldum, deneyimler eklendi hayatıma. Bir yandan terapi oldu, bir başka yönden her sözünü hissettim ve benim için ayrı bir anlam kazandı.
Çekim dışında albüme iki büyük katkım oldu. ‘Senden Başka’ şarkısında şakşakçılık yaptım, ‘İnanmam’ şarkısının seçilmesi için ısrar ettim.
İşte bu albümle ilgili hikâyem bu. Alın, dinleyin, ağlayın, gülün, tekrar dinleyin. Bu akşamki Ghetto konserini de kaçırmayın.
“Güle güle sana, yolun açık olsun/Güle güle sana, seni tanrım korusun”...
“Artık her yer aydınlık/mutluyum ben”...
No comments:
Post a Comment